Nafakanın Artırılması Davası

Nafakanın Artırılması Davası ile İlgili Genel Bilgiler

Nafakanın artırılması davası ile hükmedilmiş nafaka miktarı, mahkemece belirlenen artış oranından bağımsız şekilde arttırılabilir. Zaman içerisinde nafaka alacaklısının ve yükümlüsünün mali ve sosyal hayatında değişiklikler söz konusu olabilir. Sosyoekonomik değişiklikler nafakanın kaldırılmasını, azaltılmasını veya artırılmasını gerekli kılabilir.

Bu değişikliklerin gündeme gelebilmesi ve sonucunda nafakanın değişikliğe uğraması ihtiyacının doğması ihtimali sebebiyle mahkemece verilen nafaka miktarı kesin hüküm teşkil etmez ,şartlara uyarlanması mümkündür.

Genel olarak nafaka kavramı ve türleri için tıklayınız.

Nafakanın artırılması ,değiştirilmesi hususu yasal dayanaklara sahiptir:

Türk Medeni Kanunu’nun 176.maddesinin 4’üncü fıkrası şu şekildedir:

Tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hallerde iradın artırılması veya azaltılmasına karar verilebilir.

Türk Medeni Kanunu’nun 331.maddesi de bu durumun yasal dayanaklarındandır. İlgili madde hükmü:

“Durumun değişmesi hâlinde hâkim, istem üzerine nafaka miktarını yeniden belirler veya nafakayı kaldırır.”

Nafakanın arttırılması davası açılabilmesi için öncelikle hükmedilmiş mevcut bir nafaka söz konusu olmalıdır.

Mahkeme tarafından zaten ilk kararda bir artış oranı belirlenmiş olabilir. Fakat zaman içerisinde artış tutarlarına rağmen nafakananın yetersiz kalması nafakanın artırılması davası açılmasına ihtiyaç doğurur.

Öte yandan taraflarca  bir talebin bulunmaması halinde hakim tarafından nafakanın artış oranı belirlenmemiş olabilir. Bu durumda yıllık olarak zaten nafaka hiç artmamış olacaktır. Bu durumda da nafakanın artırılması davası açılması gerekecektir.

Her halükarda gerekli koşullar oluştuğu takdirde nafakanın artırılması istenebilir. Gerekli koşullar olarak ifade edilen hususlar;

  • Nafaka alan taraf için artık değişen ekonomik koşullara karşı nafaka miktarının yeterli gelmemesi, ihtiyaçlarının artması veya değişmesi ve hastalık gibi sebeplerin varlığı
  • Nafaka veren tarafın malî durumunun iyileşmesi,
  • Tarafların mali dengelerinin nafaka veren lehine değişmesi

olarak sıralanabilmektedir.

Nafaka alacaklısının öznel gereksinimleri veya enflasyon gibi nesnel değişimler sonucu doğan  gereksinimleri  her zaman meydana gelebileceğinden nafaka artırım davası için herhanagi bir zamanaşımı veya hak düşürücü süre ön görülmemiştir.

Nafakanın Artırılması Davasında Yetkili ve Görevli Mahkeme

Nafaka artırım davasında da nafakanın kaldırılmasında olduğu gibi; nafaka alacaklısının yerleşim yeri mahkemesi yetkili, aile mahkemesi görevli mahkemedir.

Belirtilmelidir ki aile mahkemesinin bulunmadığı yerlerde dava  asliye hukuk mahkemesi aile mahkemesi sıfatıyla görevli olduğundan asliye hukuk mahkemesinde açılmalıdır.

Yerleşik Yargıtay uygulaması dikkate alındığında nafakanın artırılması kanundan doğan bir alacak tespiti ve tahsilini oluşturduğundan bu dava, davanın açıldığı tarih itibariyle hüküm ifade eder. Bu husus 28.11.1956 gün, 15 E 15 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı ile  belirtilmiştir.

Nafakanın Artırılmasıyla İlgili Emsal Kararlar

Yargıtayın yerleşik içtihatlarına göre nafakanın artırılması davasında TÜİK tarafından belirlenen Üretici Fiyat Endeksine göre nafaka bedeli arttırılmalıdır. Somut olayın gerektirdiği durumlarda şartlar göz önünde bulundurularak ÜFE ile bağlı olmaksızın nafaka belirlenmesi mümkündür.

Yargıtayın Yerleşik içtihadı olan “nafaka artırımının ÜFE oranına göre belirlenmesi”ne uygun hareket etmemek kararların bozulmasını gerektirmektedir.

Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 2016/11305 E. 2016/11631 K. sayılı 17.10.2016 tarili kararı şu şekildedir:

 TMK. nun 176/4. maddesine göre; tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hallerde iradın arttırılması veya azaltılmasına karar verilebilir.

Yukarıda sözü edilen yasal düzenlemeye göre iradın arttırılması veya azaltılması için ya tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin bunu zorunlu kılması gerekmektedir. Bu doğrultuda yerleşen dairemiz uygulamasına göre; nafaka alacaklısı davacının ihtiyaçları ile nafaka yükümlüsü davalının gelir durumunda, nafakanın takdir edildiği tarihe göre olağanüstü bir değişiklik olmadığı takdirde; yoksulluk nafakası TÜİK’in yayınladığı ÜFE oranında artırılmalı ve böylece taraflar arasında önceki nafaka takdirinde sağlanan denge korunmalıdır.

 Dosya kapsamından; tarafların …. 2.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2008/224 E.- 2009/196 K. Sayılı ve 07/04/2009 tarihli kararı ile boşandıkları, boşanma kararı ile birlikte davacı lehine 450 TL yoksulluk nafakasına karar verildiği, bu davanın açıldığı tarih itibariyle aradan yaklaşık beş yıllık süre geçtiği, davacının ev hanımı olup, gelirinin bulunmadığı, aylık 1.110 TL kira ödediği, davalının ise hakim olup Adalet Bakanlığında görev yaptığı, aylık gelirinin 7.000 TL olduğu, aylık 500 TL lojman gideri bulunduğu anlaşılmaktadır.

Somut olayda; tarafların ekonomik ve sosyal durumlarında, nafakanın takdir edildiği boşanma davasından sonra olağanüstü bir değişiklik olduğu ileri sürülmemiştir.

 O halde; yoksulluk nafakasının niteliği ve takdir edildiği tarih gözetilerek, nafakanın TÜİK’in yayınladığı ÜFE oranında artırılması suretiyle dengenin yeniden sağlanması gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yüksek nafaka takdiri doğru görülmemiştir.

 SONUÇ: Yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 17.10.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 2016/10180 E. 2017 /74 K. sayılı 16.01.2017 tarihli kararı şu şekildedir:

Yargıtay’ın bu konudaki yerleşmiş uygulamasına göre; nafaka alacaklısı kadının ihtiyaçları ile nafaka yükümlüsü davalının gelir ve giderinde, nafakanın takdir edildiği tarihe göre olağanüstü bir değişiklik olmadığı takdirde; yoksulluk nafakası oranında artırılmalı ve böylece taraflar arasında önceki nafaka takdirinde sağlanan denge korunmalıdır.

Tüm bu bilgiler ışığında somut olay irdelendiğinde; artırımı talep edilen yoksulluk nafakasının 21.11.2014 tarihinde kesinleşen boşanma ilamıyla belirlendiği, eldeki artırım davasının ise 29.01.2016 tarihinde açıldığı, tarafların sosyal ve ekonomik durumunda boşanmadan sonra olağanüstü bir değişiklik olduğuna dair bir iddianın ileri sürülmediği görülmüştür.

Tarafların sosyal ve ekonomik durumlarının incelenmesinde ise; davacının geliri bulunmadığı, komşu yardımı ile geçimini sağladığı, .. miras olarak tarafına intikal eden hisseli bir köy evi ve tarlasının bulunduğu; davalının ise bankadan emekli olup aylık 3.000,00 TL emekli maaşı bulunduğu, aylık 600,00 TL kira ödemesi olduğu, üzerine kayıtlı bir arsası bulunduğu anlaşılmaktadır.

2-Hal böyle olunca mahkemece; tarafların gerçekleşen sosyal ve ekonomik durumları, yoksulluk nafakasının niteliği, ekonomik göstergelerdeki değişim ile artış oranı nazara alınarak, önceki nafaka takdirinde taraflar arasında oluşan dengeyi koruyucu oranda artırıma karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme sonucu yüksek oranda nafaka artışına karar verilmesi doğru görülmemiş, bu husus bozmayı gerekmiştir.

Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 2016/4481 E. 2016/8685 K. sayılı 1.6.2016 tarihli kararı şu şekildedir:

  Davacı dilekçesinde; müşterek çocuğun 11.sınıf öğrencisi olduğunu, masraflarının arttığını, mevcut nafaka miktarının ihtiyaçları için yeterli olmadığını belirterek; Aile Mahkemesi’nin 2014/58 esas 2014/227 karar sayılı ilamıyla her yıl Üfe oranında artış yapılarak hükmedilen 275,00 TL iştirak nafakasının 400,00 TL’ye artırılmasına ve yıllık … oranında artış uygulanmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı cevap dilekçesinde; davacının dava açma hakkının bulunmadığını, önceki artırım ilamında nafakanın her yıl 12 aylık ÜFE artış oranında artırılmasına karar verildiğini savunarak; davanın reddini istemiştir.

Mahkemece; önceki nafaka ilamında enflasyon oranında artışa karar verildiği ve tarafların sosyal ekonomik durumlarında olağanüstü değişikliğin bulunmadığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiş; hüküm, süresi içerisinde davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Dava; iştirak nafakasının artırımı istemine ilişkindir.

Türk Medeni Kanunu’nun 182/2 maddesi gereğince; velayet kendisine tevdi edilmeyen taraf ekonomik imkanları ölçüsünde müşterek çocuğunun giderlerine katılmakla yükümlüdür.

İştirak nafakası takdir edilirken; çocuğun yaşı, ihtiyaçları, okul seviyesi, sosyal çevreye göre yaşam seviyesi, velayet tevdi edilen tarafın ekonomik durumu ile nafaka yükümlüsünün mali gücü birlikte değerlendirilip, hakkaniyete uygun bir nafakaya karar verilmelidir.

Dosya içeriğinden; velayet hakkı annede olan müşterek çocuk 1998 doğumlu ve beyana göre 11. sınıf öğrencisi olduğu; davalının ise, emekli olup, 1.050,00 TL gelirinin ve 1998 model otomobilinin bulunduğu, yeni eşine ait evde yaşadığı anlaşılmıştır.

Nafaka artırım davasının açılması belli bir zaman geçmesine bağlı tutulmadığı gibi, her dava açıldığı tarihe göre değerlendirilmelidir. Önceki dava tarihi ile bu davanın açıldığı tarih arasında 1,5 yıldan fazla süre geçmiştir. Bu süre içinde tarafların sosyal ve ekonomik durumları değiştiği gibi, çocuğun yaşı ve ihtiyaçları da doğal olarak artmıştır.

Tarafların gerçekleşen sosyo-ekonomik durumları, nafakanın niteliği ve müşterek çocuğun yaşı, eğitim durumu ve ihtiyaçları gözetildiğinde; iştirak nafakasında artış yapılması gerekirken, davanın reddine karar verilmesi uygun bulunmamıştır.

O halde, mahkemece yapılacak iş; müşterek çocuğun yaşı, eğitim durumu, ihtiyaçları, davacı anne ile nafaka yükümlüsü babanın ekonomik durumu gözetilerek, TMK’nun 4.maddesinde vurgulanan hakkaniyet ilkesi de dikkate alınarak uygun bir artış miktarına hükmetmek olmalıdır. Yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde davanın reddine dair hüküm kurulması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ Yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu sebeplerle yerinde olduğundan kabulüyle hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istenmesi halinde temyiz edene iadesine, 01.06.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

 Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 2021/4645 E. 2021/5308 K. sayılı 28.6.2021 tarihli kararı:

 “Dosya kapsamından; tarafların 14.04.2015 tarihinde kesinleşen kararla boşandıkları, boşanma kararı ile birlikte davacı lehine aylık 15.000 TL yoksulluk nafakasına karar verildiği, bu davanın açıldığı tarih itibariyle aradan 1 yıldan uzun bir süre geçtiği anlaşılmaktadır. Tarafların ekonomik ve sosyal durumlarında boşanma davasından sonra olağanüstü bir değişiklik olduğu iddia ve ispat edilmemiştir. O halde; yoksulluk nafakasının niteliği ve takdir edildiği tarih gözetilerek, nafakanın TÜİK’in yayınladığı ÜFE oranında artırılması suretiyle dengenin yeniden sağlanması gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile talebin reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir. ”

nafakanın artırılması davası
nafakanın artırılması davası

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 2023/1693 E. 2023 /1065 K. sayılı 15.03.2023 tarihli kararı şu şekildedir:

“…ortak çocuğun velâyetinin davacı anneye verilerek davalı baba ile aralarında kişisel ilişki kurulmasına, ortak çocuk yararına aylık 1.000,00 TL tedbir ve iştirak nafakası takdirine, takdir edilen nafakanın her yıl TEFE-TÜFE oranında artırılmasına, davacının kendisi için tedbir ve yoksulluk nafakası talebinin reddine, davacı kadın yararına 25.000,00 TL maddî, 25.000,00 TL manevî tazminata hükmedilmesine, kadının ziynet alacağı davasının kabulüne, 2 adet bombeli bilezik 22 ayar 34 gram 3.111,00 TL, 2 adet burmalı bilezik 22 ayar 24 gram 2.196,00 TL, 3 adet hediyelik bilezik 14 ayar 12 gram 672,00 TL, 1 adet düz bilezik 6 gram 336,00 TL, 25 adet çeyrek altın 22 ayar 4.000,00 TL, 1 adet yarım altın 22 ayar 320,00TL, 1 adet cumhuriyet altını 22 ayar 640,00 TL olmak üzere toplam 11.275,00 TL olan ziynet alacağının aynen iadesine, aynen iade mümkün olmadığı takdirde toplam 11.275,00 TL ziynet alacağı bedeli ile 1.300,00 TL takı parası olmak üzere toplam 12.575,00 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine, davalı vekilince her ne kadar karşı dava adı altında dilekçe sunulmuş ise de buna ilişkin karşı dava harcının yatırılmadığından karşı davaya konu taleplerle ilgili bir karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.”

 Yargıtay 2.Hukuk Dairesi’nin 2022/10118 E. 2023/654 K. sayılı 21.02.2023 tarihli kararı şu şekildedir:

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile İlk Derece Mahkemesince kabul edilen kusurlarının gerçekleştiği, erkeğin tam kusurlu olduğu, İlk Derece Mahkemesini delillerin değerlendirilmesinde, kanunun olaya uygulanmasında, gerekçede ve kusur belirlemesinde hata edilmediği, evlilik süresi, tespit edilen ekonomik ve sosyal durumları, paranın alım gücü, kişilik haklarına yapılan saldırı ile boşanma yüzünden zedelenen mevcut ve beklenen menfaatlerin kapsamına göre, kadın yararına takdir edilen maddî ve manevî tazminat miktarlarının makul olduğu, velâyet kendisine verilmeyen davalı baba ile küçük çocuk arasında tesis edilen kişisel ilişki süresinin makul ve yeterli olduğu, bu yönlere ilişkin istinaf başvurusunun 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) 353 üncü maddesinin (1) inci fıkrasının (b) bendinin (1) inci alt bendi gereğince esastan reddine; İlk Derece Mahkemesinin ilk kararı ile müşterek çocuk yararına aylık 700,00 TL tedbir ve iştirak nafakasına, ikinci kararında ise aylık 1.000,00 TL iştirak nafakasına hükmedilmiştir. Her iki kararda davalı erkek tarafından istinaf edildiğinden davalı erkek yararına usulü kazanılmış hak oluştuğu gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmadığı gerekçesi ile 6100 sayılı Kanun’un 353 üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinin (2) inci alt bendi gereğince istinaf başvurusunun kabulü ile yeniden esas hakkında hüküm kurmak suretiyle çocuk yararına aylık 700,00 TL iştirak nafakasına nafakanın her yıl ÜFE oranında arttırılmasına karar verilmiştir.

 Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 2019/2205 E. 2019/3731 K. sayılı 01.04.2019 tarihli kararı şu şekildedir:

Mahkemece, davalı erkek aleyhine dava tarihi olan 05.04.2010 tarihinden geçerli olmak üzere 350,00 TL yoksulluk nafakası, 250,00 TL …. yararına, 50,00 TL ise ….. yararına iştirak nafakası olmak üzere toplam 650,00 TL nafaka belirlenerek, nafakalara her yıl TEFE oranında artış yapılmasına karar verilmiş olup, 31.12.2009 tarih ve 27449 sayılı resmi gazetede yayınlanan Asgari Ücret Tespit Komisyonu Kararına göre 16 yaşını doldurmuş işçiler için asgari ücret davanın açıldığı tarih itibariyle net 576,56 TL’dir. Gerçekleşen bu duruma göre davalı erkeğin belirlenen gelirinden daha fazla miktarda nafaka ödeme yükü altında kalacağı anlaşılmaktadır.

Yukarıda açıklandığı üzere tarafların boşanmalarından sonra davalı erkek yeniden evlenmiş, bu evliliğinden sağlık sorunları olan bir çocuğu daha olmuş, sosyal ve ekonomik durumunda olumlu yönde bir değişim gerçekleşmemiş, önceki nafaka takdirinde taraflar arasında oluşan denge davalı erkek aleyhine olacak şekilde değişmiştir. Hal böyle olunca, tarafların gerçekleşen sosyal ve ekonomik durumları, nafakanın niteliği, günün ekonomik koşulları ve Türk Medeni Kanunu’nun 4. maddesindeki hakkaniyet ilkesi de dikkate alındığından davacı kadının yoksulluk nafakası artırım davasının reddine karar vermek gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.

Yukarıda 2. bentte belirtilen ilkeler çerçevesinde, tarafların gerçekleşen sosyal ve ekonomik durumlarına, nafakanın niteliğine, günün ekonomik koşullarına göre tarafların ortak çocukları 26.12.2003 doğumlu …… yararına hükmolunan iştirak nafakasının artırım miktarı Türk Medeni Kanunun 4. maddesindeki hakkaniyet ilkesi de dikkate alındığında fazla olduğu gibi, nafakanın her yıl artış talebi hakkında TÜİK’in yayımladığı ÜFE (TEFE) artış oranını nazara almak gerekirken, TÜFE oranında her yıl artırım yapılmasına karar verilmesi de doğra görülmemiş, hükmün bu yönden de bozulması gerekmiştir.

 

Tedbir nafakası arttırılabilir mi?

Nafakanın azaltılması davası

Nafakanın Kaldırılması Davası

Makalemizde nafakanın kaldırılması davası ile ilgili genel bilgiler verilecektir. Nafakanın kaldırılması davası açmadan, nafakanın kendiliğinden kalkmış sayılması da mümkündür.

TMK 176/3’e göre yoksulluk nafakası, taraflardan birinin ölümü halinde ve nafaka alacaklısının yeniden evlenmesi halinde kendiliğinden sona erecektir. Bu hallerde nafaka yükümlüsünün, nafakanın kaldırılması için mahkemeye başvurması gerekmemektedir. İştirak nafakasında ise çocuğun ölmesi veya  on sekiz yaşını doldurması halleri nafakanın kendiliğinden sona ermesine sebep olur.

Nafaka Alacaklısının Evlenmesi Halinde Nafaka Borcunun Kendiliğinden Kalkması

Nafakanın Kaldırılması Davası Açılabilecek Haller

Yoksulluk nafakasının irat şeklinde ödenmesine karar verilmiş ise nafaka alacaklısının; evlenme olmaksızın fiilen evliymiş gibi yaşaması, yoksulluğunun ortadan kalkması ve haysiyetsiz hayat sürmesi hallerinden birinin gerçekleşmesi durumunda  nafakanın sona ermesi için başvuru yapıldığı takdirde hakim sona erme kararı verecektir. Nafakanın kaldırılması davası açarken aşağıda detaylandırılacak olan sebeplerden birine veya birden fazla sebebe terditli olarak ya da bir arada dayanılması söz konusu olabilir.

Resmen Evli Olmaksızın Fiilen Evli Gibi Yaşanması

Fiilen evliymiş gibi yaşayan nafaka alacaklısının nafaka almaya devam etmesi hakkaniyete aykırıdır. Nafaka verilmesinin temelinde yatan husus eşin desteğinden mahrum kalmaktır. Fiilen birlikte yaşama ise evlilik birliğinde sahip olunan ekonomik faydadan yoksun kalmış olma hususunun varlığında şüphe yaratır. Dürüstlük kuralına aykırı davranmanın  ve hakkın kötüye kullanılmasının önlenmesi de dikkate alındığında fiilen evliymiş gibi yaşayan alacaklının nafakası kaldırılır.

Konuyla ilişkili örnek niteliğinde Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 2015/17419 Esas, 2016/2787 Karar,  29.02.2016 Tarihli kararı:

TMK 176/3 maddesine göre; “irat biçiminde ödenmesine karar verilen maddi tazminat veya nafaka, alacaklı tarafın yeniden evlenmesi ya da taraflardan birinin ölümü halinde kendiliğinden kalkar; alacaklı tarafın evlenme olmaksızın fiilen evliymiş gibi yaşaması, yoksulluğun ortadan kalkması ya da haysiyetsiz hayat sürmesi halinde mahkeme kararıyla kaldırılır. Somut olayda; tarafların … Aile Mahkemesinin … tarihinde tarafların boşanmalarına ve davalı lehine 200 TL yoksulluk nafakasına hükmedilmiş ve karar 03.02.2011 tarihinde kesinleşmiştir. Yargılama sırasında kolluk marifetiyle yapılan ekonomik ve sosyal durum araştırmasında davalının .. adlı şahıs ile yaşadığı ve geçimini …’nın sağladığı, davalının nüfus kayıt örneğinde .. adlı çocuğunun … tarafından tanındığı tespit edilmiştir. Öyle ise mahkemece; somut olayda, TMK.’nun 176/3 maddesinde ifadesini bulan “evlilik dışı birlikte yaşama” olgusunun gerçekleştiği gözetilip, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.

Haysiyetsiz Hayat Sürme

Haysiyetsiz hayat sürme;toplumun benimsediği ahlak ve değer yargılarına uygun olmayan davranışların kişinin yaşam biçimi haline gelmesi olarak ifade edilebilir.

Nafakanın dayanışma düşüncesiyle verildiği ve boşandıktan sonra maddi anlamda kayba uğrayacak eşin destek görmesi sebebiyle diğer eşe yükletildiği düşünüldüğünde haysiyetsiz hayat süren eşe nafaka ödenmeye devam edilmesi hakkaniyeti zedeleyecektir. Dolayısıyla bu durum nafakanın kaldırılması davası açısından haklı bir sebep oluşturur.

nafakanın kaldırılması davası
nafakanın kaldırılması davası

Yoksulluğun Ortadan Kalkması

Yoksulluk kalkmışsa, artık yoksulluk nafakasına gerek de kalmamaktadır. Yoksulluğun ortadan kalkması halinde nafaka alacaklısına nafaka ödenmesine devam edilmesi nafakanın veriliş maksadından saparak nafaka alacaklısının zenginleşmesine sebep olur.

Yoksulluk ifadesinden anlaşılması gereken Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 07.10.1998 tarih ve 1998/2-656-688 Sayılı kararından yola çıkılarak bireyin yeme, giyinme, barınma, sağlık, ulaşım, kültür, eğitim gibi maddi varlığını geliştirmek için zorunlu ve gerekli görülen harcamaları karşılayacak gelire sahip olmamasıdır.

Bu ihtimalde nafakanın kaldırılmasına karar verilebileceği gibi, duruma göre nafakanın indirilmesine de karar verilebilir. Bu durumda bir karar verilirken hakim hakkaniyetle haraket eder. Yargıtay kararları uyarınca asgari ücret seviyesinde gelir alan kişinin nafaka yükümlüsü olmasına bir engel olmamakla beraber nafakanın bedelinde  indirimin gündeme gelebilmesi hakkaniyet düşüncesinin ürünüdür.

İrat biçiminde ödenmesine karar verilen maddi tazminat veya nafakanın tarafların sosyal ve ekonomik durumları dikkate alınarak zaman içerisinde indirilebilmesi ve artırılabilmesi de bu düşünceyi destekler niteliktedir.

Ayrıca belirtilmelidir ki taraflar anlaşmalı olarak boşanmış olsa da haklı sebeplerin varlığı halinde nafakanın kaldırılması veya indirilmesi için talepte bulunmak mümkündür. Edimler arasında dengesizlik meydana gelmesi haklı sebep olarak nitelendirilecektir.

Konuyla İlişkili Yargıtay Kararlarından Örnekler:

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2017/1025 E. 2019/1135 K. sayılı 05.11.2019 tarihli kararı

Yoksulluk durumu günün ekonomik koşulları ile birlikte, tarafların sosyal ve ekonomik durumları ve yaşam tarzları değerlendirilerek takdir edilmelidir. Dosya içeriğinden, taraflar arasında görülen boşanma davası sonucunda, Maçka Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 19.06.2012 tarihli ve 2012/119 E. 2012/148 K. sayılı kararı ile tarafların anlaşma sebebiyle boşanmalarına, davalı kadın için dava tarihinden itibaren aylık 700,00TL tedbir nafakasının davacıdan alınarak davalıya verilmesine karar verildiği, kararın davacı tarafından temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 28.01.2013 tarihli ve 2012/16423 E. 2013/2155 K. sayılı kararı ile onandığı, davacının karar düzeltme isteğinin Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 24.04.2013 tarihli, 2013/7167 E., 2013/11267 K. sayılı kararı ile oy çokluğu ile reddine karar verilmekle, kararın 10.05.2013 tarihinde kesinleştiği anlaşılmaktadır.

Diğer taraftan, davacının aylık gelirinin nafaka miktarı düşüldükten sonra net 1.600,00TL olduğu, davalının müteveffa sigortalı babasından dolayı kendisine 272,50TL yetim aylığı bağlandığı ve babasından kalan taşınmazdan 150TL kira geliri elde ettiği hususları dosya kapsamı ile sabittir.

Açıklanan bu maddi ve hukuki olgular karşısında somut olay değerlendirildiğinde, davalının belirtilen şekilde gelir elde etmesi, nafakanın kaldırılmasına değil azaltılmasına etki edecek olgulardan olduğundan, mahkemece tarafların sosyal ve ekonomik durumları dikkate alınarak, davalının yoksulluğunun ortadan kalkmadığı gözetilmekle, 4721 Sayılı TMK’nın 4. Maddesinde düzenlenen hakkaniyet ilkesi uyarınca nafakanın uygun bir miktarda indirilmesi gerekmektedir.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 1991/12911 E. 1991/15410 K. sayılı 12.12.1991 tarihli kararı:

Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek eş, kusuru daha ağır olmamak şartıyla geçimi için diğer eşten mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. (M.K.144)

Sözleşme veya hüküm ile kendisine maddi tazminat veya nafaka olarak bir irad tahsis edilmiş eşin yoksulluğunun zail olması, haysiyetsiz hayat sürmesi, bir evlenme akdi olmadan fiilen karı koca gibi yaşaması, yeniden evlenmesi veya eşlerden birinin ölmesi halinde, aksi taraflarca kararlaştırılmadıkça, bu irad kesilir. İrad şeklinde maddi tazminat veya nafakayı gerektiren sebep ortadan kalkar ya da önemli ölçüde azalır veya borçlunun mali gücü önemli ölçüde eksilirse, iradın indirilmesine veya kaldırılmasına karar verilebileceği gibi değişen durumlara göre ve hakkaniyet gerektiriyorsa iradın artırılması da istenebilir. (M.K.145/3, 4)

Yoksulluk yasada tanımlanmamıştır.

Bunu ülkenin ekonomik ve sosyal koşullarına göre belirlemek gerekir. Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama, maddi ve manevi varlığını geliştirme hakkına sahiptir. (Anayasa 17/1, 55)

Şu halde bu temel hakkın tabii sonucu yeme, giyinme, barınma, sağlık, ulaşım ve kültür gibi harcamaları karşılayacak geliri olmayanlara yoksul denebilir. Bu harcamaların unsur kabul edildiği asgari ücretle olayı somutlaştırmak mümkündür.

Şu halde asgari ücretin altında geliri olanlar yoksulluk içinde kabulü zorunludur. (Y.2.H.D.nin 10.10.1991 günlü ve 9589/12321 sayılı kararı)

Davacı, davalı kadının boşanma sırasında belirlenen aylık geliri 180.000 TL. civarında olduğu için yararına yoksulluk nafakası bağlanmış ise de bu dava sırasında yapılan araştırma sonunda üç aylık emekli maaşının 2.206.347 TL.ye ulaştığı anlaşılmıştır.

Yukarıda açıklanan ölçüler içinde olay değerlendirildiğinde kadının yoksulluktan kurtulduğunun kabulü gerekir. Şu halde yoksulluk nafakasının artırılması yönündeki isteğin reddi ile kaldırılması yönündeki isteğin kabulü gerekirken nafakanın artırılmasına karar verilmesi doğru bulunmamıştır.

Sonuç: Davalı, davacının temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, 12.12.1991 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

Yargıtay 3.Hukuk Dairesi’nin 2013/3157 E. 2013/4627 K. sayılı 19.03.2013 tarihli kararı:

Somut olayda; her ne kadar davalı kadının boşanmadan sonra sezonluk işe girerek çalıştığı anlaşılmakta ise de; işinin sürekli olmadığı da anlaşılmaktadır. Davalının, aldığı 150 TL yoksulluk nafakası ile geçimini sürdürmesi ve varlığını idame ettirmesi günümüz koşullarında mümkün olmadığına göre, çalışıp gelir elde etmesi bir zorunluluktur. Çalışarak elde ettiği gelirle, nafaka miktarı toplamının, yukarıda açıklanan yoksulluk kavramını izale etmesi durumunda, mahkemece nafakanın kaldırılmasına karar verilebilir. Aksi takdirde ise; yoksulluk nafakasının kaldırılması talebinin içinde indirme talebinin de olduğu kabul edilip (çoğun içinde azında bulunduğu gözetilerek), yoksulluk nafakasının hakkaniyet ölçüsünde indirilmesi gerekir.

Yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde yoksulluk nafakasının tümden kaldırılmasına karar verilmiş olması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.

İştirak Nafakasının Kalkması

Aşağıdaki hallerde iştirak nafakası kendiliğinden kalkabilir veya mahkeme kararıyla nafaka kaldırılabilir.

Ölüm Durumu:

İştirak nafakası, çocuğa veya nafaka ödeme yükümlüsüne bağlanmışsa, ölüm durumunda, ölüm tarihinde geçerliliğini yitirir. Ancak, ölüm tarihinden önce ödenmemiş nafaka varsa, nafaka alacaklısı bu miktarı nafaka yükümlüsünün mirasçılarından talep edebilir. Çocuğun vefatı halinde, çocuğun mirasçıları, biriken nafakanın ödenmesini talep edebilir.

Erginlik Durumu:

İştirak nafakası, çocuğun 18 yaşına ulaştığı tarihte veya eğer 18 yaşını tamamlamadan evlenmişse evlenme tarihinde veya mahkeme tarafından ergin ilan edilmişse kararın kesinleştiği tarihte otomatik olarak sona erer; bu durumda mahkeme kararı almak gerekli değildir. Türk Medeni Kanunu’nun 328. maddesi, iştirak nafakasının genel olarak çocuğun ergin olduğu tarihe kadar devam ettiğini belirtmiştir. Ancak, çocuğun eğitimi hala devam ediyorsa, istisna olarak ergin olan çocuğun eğitimi sona erene kadar iştirak nafakasının devam edeceğini düzenler.

Evlat Edinme Durumu:

Türk Medeni Kanunu’nun 314/1. maddesine göre, ana ve babaya ait haklar ve yükümlülükler evlat edinen kişiye geçer. Bu durumda, çocuğun eğitim ve bakım giderleri evlat edinenin sorumluluğuna geçer. Ancak, evlat edinenin ölümü veya mali durumu olmaması durumunda, ana ve babanın nafaka yükümlülüğü devam eder.

Feragat Durumu:

Mahkeme tarafından iştirak nafakasına hükmedilmiş olsa bile, tarafların karşılıklı anlaşmayla iştirak nafakasından feragat etme hakkı vardır. Feragat, yeniden iştirak nafakası talep etmeye engel değildir, çünkü iştirak nafakası sürekli bir hak olarak her zaman doğar.

Velayet Hakkının Değişimi:

Nafaka ödeme yükümlüsü, velayet davası açarak diğer eşten velayet hakkını alıp kendisine verilmesi durumunda iştirak nafakasının sona ereceği bir durumu ortaya koyar. Bu durumda, eski nafaka yükümlüsünün iştirak nafakası ödeme yükümlülüğü, davanın açıldığı tarihten itibaren sona erer.

Nafaka Yükümlüsünün Mali Durumunun Bozulması:

Nafaka ödeme yükümlüsü, hiçbir kusuru olmadan mali durumunun kötüleşmesi durumunda mahkemeden iştirak nafakasının sona erdirilmesini talep edebilir. Mahkeme, nafaka yükümlüsünün malvarlığı ve geliri ile yoksulluğa düşmesinde kusuru olup olmadığını değerlendirecektir. Mahkeme uygun görürse, iştirak nafakasının sona ermesine karar verebilir.

Çocuğun Kazanç Sağlamaya Başlaması:

Çocuk, kendi lehine hükmedilen nafaka durumunda, ergin olmadan önce çalışarak kendi geçimini sağlamaya başlarsa, nafaka ödeme yükümlüsü mahkemeye başvurarak iştirak nafakasının sona ermesini talep edebilir. Mahkeme, çocuğun kendi geçimini sağladığına ve artık nafakaya ihtiyaç duymadığına karar verirse, iştirak nafakasını sona erdirebilir. Mahkeme kararı kesinleştikten sonra iştirak nafakası sona erer.

Nafakanın Kaldırılması Davası ve İspat Yükü

Nafakanın mahkeme kararıyla sona ereceği bu hallerde ispat yükü HMK 190’ın sonucu olarak nafaka yükümlüsünün üzerindedir. Çünkü nafakanın kaldırılmasına dayanak olarak sunacağı vakıadan kendi lehine hak çıkartan taraf nafaka yükümlüsüdür. Nafaka yükümlüsü her türlü delille nafakanın kaldırılmasını gerektiren hallerin söz konusu olduğunu ispatlayabilir.

Nafakanın kaldırılması davasında Facebook ve Whatsapp kayıtları delil kabul edilebilmektedir.

Nafakanın Kaldırılması Davası Yetkili ve Görevli Mahkeme

Yetkili mahkeme nafaka alacaklısı olan eski eş veya çocuğun yerleşim yeri mahkemesidir.Görevli mahkeme ise Aile Mahkemeleridir.

Nafaka ödemekle yükümlü kişi nafakanın kaldırılması davası kesinleşinceye kadar ödemeye devam etmelidir.Karar,gerekçeli kararın yazılması sonrası tarafların yasal süreye riayet ederek itiraz etmemesi halinde kesinleşir.

Ayrıca belirtilmelidir ki nafaka davalarında özel yetki ve fotoğraf içeren vekaletname aranır.

Boşanma Davalarında Nafaka Kavramı ve Tazminat

Türk Medeni Kanunu’nda Tazminat ve Nafaka

Türk Medeni Kanunu‘nda; tedbir,yoksulluk,iştirak ve yardım olmak üzere dört tür nafaka kavramı düzenleme alanı bulmuştur.

Boşanma halinde tazminata ve nafakaya ilişkin hükümler  ise aynı kanunun 174 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir.

Nafaka Kavramı ve Amacı

Nafaka kavramı, genel olarak eşlerin birbirine destek olması yükümlülüğünden kaynaklanmaktadır. Eşlerin birbirine desteği, evlilik birliğinin temelini oluşturan unsurlardan biridir. Destek ifadesi manevi desteği kapsadığı gibi maddi desteği de gündeme getirebilir.

Kişiye bağlı bir hak olan nafakanın temelinde yatan düşünce; dayanışmanın ışığında destekten yoksun kalacak eşin mağduriyetinin nispeten giderilmesidir. Bu  düşünce göz önünde tutulduğunda : Boşanma sebebiyle ekonomik olarak kayba uğrayacak olan veya yoksulluğa düşecek olan eşin,diğer eşten daha kusurlu olmaması durumunda mahkemece ekonomik kayba uğraması söz konusu olan eş lehine nafaka verilmesine karar verilebilir.

Boşanma Davalarında Maddi ve Manevi Tazminat

Mevcut menfaati veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddî tazminat isteyebilir.Tarafın uygun bir maddi tazminat isteyebilmesi kusursuz olması veya daha az kusurlu olması halinde mümkündür.

Boşanmaya sebep olan olaylar sebebiyle kişilik hakkı saldırıya uğramış olan taraf,diğer tarafın kusuru bulunduğu takdirde manevi tazminat olarak uygun bir para ödenmesi isteyebilir.

Nafaka Kavramı ve Türleri

Yoksulluk Nafakası Kavramı

Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaksızın,kusuru karşı taraftan daha ağır olmayan ve boşanma sebebiyle yoksulluğa düşecek taraf, geçimi için karşı taraftan süresiz olarak nafaka talep edebilir. Bu durumda talep edilen nafaka mali güçle orantılı olmalıdır.

Yoksulluk nafakası evlilik birliğinin devam etmeyecek olması sebebiyle ekonomik kayba uğrayacak eşin lehine diğer eşe yüklenen nafakadır.

Yargıtay’ın yerleşik içtihadına göre yoksulluk nafakasından feragat eden taraf daha sonradan yoksulluk nafakası isteyemeyecektir.

İştirak Nafakası Kavramı

İştirak nafakası, velayet hakkı kendisine verilmemiş olan eşin, boşanma, butlan veya ayrılık durumlarından kaynaklanan çocuğun bakım ve eğitim masraflarına mali gücüne göre katılma yükümlülüğüdür.

Türk Medeni Kanunu madde 182/2’ye göre, velayet hakkı kendisine verilmeyen eş, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine mali gücü oranında katkıda bulunmakla yükümlüdür.

Tedbir Nafakası

Tedbir nafakası, boşanma sürecinde eşlerin maddi zorluk yaşamamaları için mahkeme tarafından alınan geçici bir tedbirdir. Aynı şekilde, boşanma veya ayrılık davası devam ederken, müşterek çocuk için velayet geçici olarak kendisine bırakılan eşe ödenmek üzere tedbir nafakasına hükmedilebilir.

Yardım Nafakası Kavramı

Yardım nafakası, aile bireylerini yoksulluk ve düşkünlükten kurtarmaya ilişkin bir nevi sosyal yardımlaşma olup, ahlak kuralları ile geleneklerin zorunlu kıldığı bir ödevdir. Aile bağlarının herhangi bir nedenle zayıflamış olması da yükümlülüğü ortadan kaldıran bir neden olarak düzenlenmemiştir.

nafaka kavramı
nafaka kavramı

Tazminat ve Nafakanın Ödenme Biçimi

Tazminatta kusura dayalı bir tespit yapılır.Kusur olmadan tazminat ödemeye yükümlü olmak mümkün değildir.Fakat nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz.Nafaka talep eden tarafın ise  kusurunun olmaması veya karşı taraftan çok kusurlu olmaması önem taşır.

Maddî tazminat ve yoksulluk nafakasının toptan veya durumun gereklerine göre irat biçiminde ödenmesine karar verilebilir.

Belirtilmelidir ki manevî tazminatın irat biçiminde ödenmesine karar verilemez.

İrat biçiminde ödenmesine karar verilen maddî tazminat veya nafaka bazı hallerde kendiliğinden kalkar.

Bu haller : Alacaklı tarafın yeniden evlenmesi veya taraflardan birinin ölümüdür.

Alacaklı tarafın evlenme olmaksızın fiilen evliymiş gibi yaşaması, yoksulluğunun ortadan kalkması ya da haysiyetsiz hayat sürmesi halinde mahkeme kararıyla irat şeklinde verilen maddi tazminat veya nafaka kaldırılır.

Tarafların malî durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hâllerde iradın artırılması veya azaltılmasına karar verilebilir.

İrat biçiminde ödenmesine karar verilen maddî tazminat veya nafakanın gelecek yıllarda tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına göre ne miktarda ödeneceğini istem üzerine karara bağlanabilir.

Nafaka Davalarında Yetkili Mahkeme

Boşanmadan sonra açılan nafaka davalarında yetkili mahkeme, nafaka alacaklısının yerleşim yeri mahkemesidir.

Birikmiş Nafaka Alacaklarında Zamanaşımı

Evliliğin boşanma sebebiyle sona ermesinden doğan dava hakları, boşanma hükmünün kesinleşmesinin üzerinden bir yıl geçmekle zamanaşımına uğrar.

Birikmiş nafaka alacağına ilişkin davada zamanaşımı süresi 10 yıldır.

Boşanma davaları için iletişime geçebilirsiniz.

Tedbir Nafakası Arttırılabilir Mi?

Tedbir nafakası artırılabilir mi?

 Tedbir nafakası açılmış olan bir boşanma davasında talep edilebilir. Bunun yanı sıra bağımsız bir talep olarak dava konusu da edilebilir. Tedbir nafakasının devam eden davada arttırılmasının istenip istenemeyeceği tartışmalıdır. Kanaatimiz ailenin korunmasına ilişkin hükümler ve tanınan geniş takdir yetkisi uyarınca değişen koşullara göre hakimin tedbir nafakasını arttırabileceği ya da azaltabileceğine yöneliktir.Bunun yanı sıra, bağımsız bir talep olarak nihai karar yönelik talep edilen tedbir nafakası bakımından, ÜFE oranında artış oranına hükmedilmesi de mümkündür.

Yargılama devam ederken hükmedilen tedbir nafakası bakımından;

  • Başvuran tarafça talep edilen tedbir nafakasından daha düşüğüne hükmedilebilir. Bu durumda her zaman bir dilekçeyle birlikte tedbir nafakasının arttırılmasını ve başlangıçta talep edilen miktara arttırılmasını talep etmek mümkündür.
  • Başvuran tarafça talep edilen tedbir nafakasına hükmedilmiş, ancak bu nafaka tutarı ilerleyen süreçte yetersiz kalmış olabilir. Bu durumda başlangıçta talep edilen tedbir nafakasından daha fazlasına mahkemece hükmedilip hükmedilemeyeceği tartışmalıdır. Bir görüş, hakimin görevinin aileyi korumak olmasından dolayı ve TMK‘da yer alan her türlü önlemi alabileceğine ilişkin hükümlerden dolayı başlangıçta talep edilen tutardan daha fazla tedbir nafakasına talep üzerine hükmedebileceğine yöneliktir. Bir diğer görüş ise taleple bağlılık ilkesi uyarınca başlangıçta talep edilen tedbir nafakasından daha fazlasına hükmedilemeyeceğine ilişkindir. Bu durumda ıslah dilekçesi yoluyla talep edilen tedbir nafakasının arttırılması mümkün gözükmektedir.

Islah dilekçesi yoluyla tedbir nafakasının arttırılabileceğine Yargıtay kararlarında da rastlanılmaktadır:

Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 2015/13047 E. 2015/20173 K. sayılı 14.12.2015 tarihli kararı da bu yöndedir:

Davacı talebinin aşılıp aşılmadığı, ise öncelikle, dava dilekçesi ve aşamalarda varsa ıslah dilekçelerinin kapsamıyla belirlenebilir.
Somut olaydadavacı için aylık 300.00 TL tedbir nafakası talep edildiğidavacı ıslah dilekçesi sunarak talep sonucunu artırmadığı halde; davacı yararına aylık 400.00 TL tedbir nafakası takdir edildiği anlaşılmaktadır. Mahkemece, talep ile bağlı kalınarak hüküm oluşturulması gerekirken; talebi aşar şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.

Tedbir nafakası
Tedbir nafakası

Boşanma davasından bağımsız dava konusu edilen tedbir nafakası bakımından;

Tarafların boşanma davası açmadan veya bir boşanma davası reddedildikten sonra da tedbir nafakası talep etmesi mümkündür. Bu yönde talep edilecek olan tedbir nafakasının bağımsız bir davanın konusu olduğu söylenebilmektedir. Bu dava sonucunda nihai kararla birlikte tedbir nafakasının ödenmesine hükmedilebilecektir. İşte bu gibi talep ve davalar bakımından tedbir nafakasının ÜFE oranında arttırılmasına karar verilebilmektedir.

Konuya ilişkin emsal kararlar:

Konuya ilişkin Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 2016/10133 E. 2017/590 K. sayılı 25.01.2017 tarihli kararı şu şekildedir:

Davacı, davalı ile 1980 yılında evlendiklerini, davalının davranışları ve sorumsuzluğu nedeniyle şiddetli geçimsizlik yaşandığını, davalının 2002 yılında ev eşyalarını da alıp evi terkettiğini, bu tarihten itibaren ayrı yaşadıklarını, davalının boşanma davası açtığını ve davanın reddedildiğini, ev hanımı olduğunu, geçinmekte zorlandığını belirterek; aylık 500,00-TL. tedbir nafakasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.Davalı, davacının iddialarının doğru olmadığını, kendisinin …’de üç ev ve bir dükkanın bulunduğunu, davacı ve çocukların evlerden birinde ikamet ettiğini, diğerlerini ise davacı tarafın dönem dönem kiraya verdiğini, 2004 yılından itibaren ayrı yaşadıklarını, davacı ve ailesinin evden kovduğunu, emekli olduğunu, rahatsızlığı nedeniyle çalışamadığını, savunarak davanın reddini istemiştir.

Mahkemece; davanın kısmen kabulü ile, davacı için her ay için takdir olunan 250,00 TL tedbir nafakasının 29/…/2015 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere davalıdan alınarak davacıya verilmesine, hükmedilen tedbir nafakasının her yıl Ocak Ayı …. Gününden bir önceki ay için açıklanacak olan Tüketici Fiyat Endeksi(TÜFE) oranında artırılmasına, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiş, hüküm süresi içerisinde taraflarca temyiz edilmiştir….- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, davalı tarafın tüm davacı tarafın sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.

…-Hükmedilen nafakanın yıllık artış oranına ilişkin yerleşmiş … Uygulamaları göz önünde bulundurularak “TÜİK tarafından açıklanan ÜFE” oranında artışına hükmedilmesi gerekirken “Tüketici Fiyat Endeksi(TÜFE)” oranında artırılmasına karar verilmesi bozmayı gerektirir. Ne var ki, bu yanlışlıkların giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, usulün 438/….maddesi uyarınca hükmün düzeltilerek onanmasına karar verilmesi gerekmiştir….- Ayrıca, 28/…/1956 tarih ve … E -… K sayılı … İçtihadı Birleştirme Kararına göre nafaka ve nafakanın artırılması davaları kanundan doğan bir alacağın tespiti ve tahsili niteliğinde olup, davanın açıldığı tarihten itibaren hüküm ifade eder. Buna göre, mahkemece, davacı için dava tarihinden itibaren tedbir nafakasına hükmedilmesi gerekirken, nafakanın infazda tereddüt yaratacak şekilde “ara karar 29/…/2015 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere” hükmedilmiş olması usul ve yasaya uygun bulunmamış, bu husus bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle davalının tüm, davacının sair temyiz itirazlarının reddine, ikinci ve üçüncü bentte açıklanan nedenlerle hükmün yıllık nafaka miktarının artış oranına ve nafaka başlangıç tarihine ilişkin …. maddesindeki “Ocak Ayı …. Gününden bir önceki ay için açıklanacak olan Tüketici Fiyat Endeksi(TÜFE)” ve “29/…/2015” ifade ve tarihinin hükümden çıkartılarak, yerine sırasıyla “TÜİK tarafından açıklanan ÜFE” ve “dava” kelimelerinin yazılması suretiyle, hükmün düzeltilmesine ve düzeltilmiş bu şekliyle ONANMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, HUMK’nun 440/III-… maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 25/01/2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Benzer yönde bir başka karar yine Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 2016/21310 E. 2016/14799 K. sayılı 14.12.2016 tarihli kararı şu şekildedir:

Davacı; davalı ile 1994 yılında evlendiklerini, evliliğin başından itibaren davalının gerek fiziki gerek psikolojik şiddetine maruz kaldığını, çocukları için tahammül ettiğini, davalının 2012 yılından itibaren başka bir kadınla birlikte yaşadığını, kendisinin ise çalışmadığını maddi durumunun iyi olmadığını belirterek; kendisi ve iki çocuğu için ayrı ayrı 500,00 TL tedbir nafakasının geçmişe yönelik 1 yıllık ve sonrasında davalıdan tahsiline, gelecek yıllarda TEFE/TÜFE oranında artırılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı, davacının iddialarının doğru olmadığını, evlilik birliğinin yükümlülüklerini davacının yerine getirmediğini, kendisinin evi terk etmediğini, tayin olduğu yere davacının gelmediğini, çocuklarıyla ilgilendiğini savunarak davanın reddini istemiştir.

Mahkemece; tarafların 4-5 senedir ayrı yaşadığı, davalının başka bir bayanla hayatını sürdürdüğü ve evi terk ettiği, davacının çocukları ile birlikte yaşadığı ve herhangi bir gelirinin olmadığı, büyük çocuğunun vefatı nedeniyle geçim sıkıntısı çektikleri, müşterek çocukların geçinme ve ihtiyaçlarının karşılanmasında davalı babanın da sorumluluğunun bulunduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile dava eş için 350,00 TL, müşterek iki çocuk için ayrı ayrı 250,00 TL tedbir nafakasına ve hükmedilen nafakaların her yıl Ocak ayında talebe gerek kalmaksızın TÜİK tarafından belirlenen TÜFE oranında arttırılmasına, karar verilmiş, hüküm süresi içerisinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, davalı tarafın sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.

2-Hükmedilen nafakanın yıllık artış oranına ilişkin yerleşmiş Yargıtay Uygulamaları gözönünde bulundurularak “TÜİK tarafından açıklanan ÜFE” oranında artışına hükmedilmesi gerekirken “TÜİK tarafından açıklanan TÜFE” oranında artırılmasına karar verilmesi bozmayı gerektirir. Ne var ki, bu yanlışlıkların giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, usulün 438/7.maddesi uyarınca hükmün düzeltilerek onanmasına karar verilmesi gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle davalının sair temyiz itirazlarının reddine, ikinci bentte açıklanan nedenlerle hükmün yıllık nafaka miktarının artış oranına ilişkin 3. maddesindeki “TÜFE” ifadesinin çıkartılarak, yerine “TÜİK tarafından açıklanan ÜFE” ifadesinin yazılarak, hükmün düzeltilmiş bu şekliyle ONANMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, HUMK’nun 440/1 maddesi uyarınca karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 14/12/2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.

 

 Nafaka davalarınız için başvurabilirsiniz.

 

Kişisel Verilerin Korunması Kanunu Kapsamında Yapılması Gerekenler

Kişisel Verilerin Korunması Kanunu Kapsamında Yapılması Gerekenler

Kişisel Verilerin Korunması Kanunu
Kişisel Verilerin Korunması Kanunu

Türkiye’de kişisel verilerin korunması, amaç dışı kullanılmaması ve hukuki dayanağı olmadan elde edilmesi, saklanması, kullanılması, aktarılması gibi hususlar 7 Nisan 2016 tarihinden bu yana mevzuatımıza giren 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu ile birlikte büyük ölçüde hepimizi ilgilendiren bir konu haline gelmiştir. Kişisel veriler gerçek kişilere ait olan her türlü özel bilgiyi oluşturmaktadır. İsim, soy isim, e-posta, telefon numarası, kimlik numarası gibi bilgiler kişisel veriyi oluştururken, ayrıca kanunda sınırlı sayıda olarak belirtilen ve verilere başkaları tarafından erişim sağlandığında kişinin ayrımcılığa ve mağduriyete maruz kalabileceği köken, ırk, mezhep, din, düşünce, cinsiyet gibi özel nitelikli kişisel veriler de bulunmaktadır. Gündelik hayatta kişisel veriler hemen hemen her alana temas etmektedir. Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren getirdiği yenilikleri ve bu alanda toplum olarak bilinçlenmemiz konusunda yapılması gerekenleri bilmemiz önemlidir.

Kişisel Verilerin Korunması Kanunu Neyi Amaçlamaktadır?

6698 sayılı Kanun ile bir önceki mevzuatta bulunan düzenlemelerle yetinilmemiş, kişisel verilerin korunması konusu bütün olarak ele alınmıştır. Atılan bu adım sayesinde geçmişte yaşanan ekonomik, gündelik hayattaki aksaklık ve belirsiz durumların yanında, aynı zamanda uluslararası faaliyetler ve Avrupa Birliği’ne girişteki uyum politikasıyla ilgili pürüzlerin çözümlenmesi amaçlanmıştır. Ayrıca bu kanun gereğince oluşturulan Kişisel Verileri Koruma Kurulu’nun da göreve başlamasıyla, kanun hükümleri denetime tabii tutulmaya başlamıştır. Kanun amacı da KVKK md.1’de “Bu Kanunun amacı, kişisel verilerin işlenmesinde başta özel hayatın gizliliği olmak üzere kişilerin temel hak ve özgürlüklerini korumak ve kişisel verileri işleyen gerçek ve tüzel kişilerin yükümlülükleri ile uyacakları usul ve esasları düzenlemektir” şeklinde düzenlenmiştir.

Kişisel Verilerin Korunması Kanunu Genel Olarak Hangi Yükümlülükleri Getirdi?

6698 sayılı Kanun’dan önce kişisel verilerin işlenebileceği haller ile ilgili düzenlemeler bulunsa da, bu düzenlemeler kapsam olarak dar ve yetersiz durumdaydı. Ayrıca günümüzde teknoloji ile birlikte gelişen ve kullanım alanı daha da artan veri koruma problemi ile de örtüşmeyen yönleri bulunmaktaydı. Temelde kişisel verilerin kullanımı ile ilgili temel ilkeleri, veri işlenme şartlarını, veri ilgilisinin hak ve yükümlülüklerini belirleyen 6698 sayılı Kanun ile şartlar açık ve net bir şekilde belirlenmiş ve sektör veya alana göre değişiklik arz etmeyen genel düzenlemeler getirilmiştir.

Getirilen düzenlemelere ek olarak, 6698 sayılı Kanun ile birlikte önceki düzenlemelerde bulunmayan, veri ilgilisinin kişisel verilerinin işlenmesine ilişkin özgür iradesiyle verdiği onay anlamına gelen açık rıza şartı da gündeme gelmiştir. Veri sorumlusu veya veri işleyenin göz önünde bulundurması gereken kanun hükmünde yer alan veri işleme şartlarından herhangi birinin olmaması durumunda izleyebileceği ikinci bir yol olan açık rıza şartı ile birlikte gerekçesiz ve amacı bulunmayan veri işleme durumlarına son verilmiştir.

6698 sayılı Kanun’la veri işleyen dışında veri ilgilisine de bazı yükümlülükler getirilirken, kendi verileri üzerinde de tam hakimiyet kurması sağlanmıştır. İlgiliye açık rıza imkanının sağlanmasının yanında, kişiye verilerinin hangi amaçla, nasıl işlendiği ve hangi mecralarda kimlere aktarıldığıyla ilgili bilgi edinme hakkı tanınmıştır. Ayrıca istek üzerine verilerin silinebilir olması gibi imkanlar tanınarak, veri ilgilisine veri geleceği ile ilgili de haklar tanınmıştır.

Elbette 6698 sayılı Kanun gereklerinin yerine getirilmesiyle ilgili kurulan Kişisel Verileri Koruma Kurumu denetleme organı konumundadır ve kanunun en önemli getirilerindendir. Günümüzde çoğunlukla veri ilgilisinin şikayeti üzerine faaliyet gösteren bu kurum, kişisel verilerin korunması konusunda bilinç ve farkındalık yaratırken, aynı zamanda kanuni bir zorunluluğu olmamasına rağmen bildirim ve şikayet üzerine denetim yapıp, karara bağlamak üzerine faaliyet göstermektedir.

Kişisel Verilerin Korunması Hukuku ve Teknolojik Gelişmeler

Ülkemizde son yıllarda gündeme gelen veri koruma hukuku alanındaki gelişmeler henüz yeterli seviyelere ulaşmış değildir. Bulunduğumuz konum, yüksek nüfus ve bu nüfusun büyük çoğunluğunun teknolojiyi ve bilişim araçlarını kullanıyor olması, ulusal ve uluslararası alanda görülen yoğun ticari faaliyetlerin bulunması gibi nedenlerden veri koruma hukukumuzun oldukça kapsamlı ve iyi seviyede olması gerekmektedir.

Günümüzde hukuk dalları, her türlü sektör, e-ticaret sayfaları, internet ortamı vb. alanlarda kişisel veriler kullanılmakta ve her türlü şirket ve bu şirketin departmanları da kişisel verilerle temas içinde faaliyet göstermektedir. Kişisel verilerle bu denli iç içe bulunulması hali, maalesef zaman zaman bilinçli veya bilinçsiz olarak kişisel veri ihlallerinin gerçekleşmesine sebep olabilmektedir. Bu sebeple, 6698 sayılı Kanun hükümlerine uyumlu bir düzen kurmak için sorumlular tarafından şirketlerdeki her bir departman ve her bir çalışan veri koruma hukuku konusunda bilinçlendirilmelidir. Herhangi biriyle ilgili kişisel verilere ulaşırken bunların kanuna ve rızaya aykırı olması durumunda oluşacak durumun hukuka aykırı olduğu bilincine varılmalı, kişisel alan ve kişisel veri konusunun çağımızın en önemli ve dikkat çekilesi konularından biri olduğu kabul edilmelidir.

Geçmişten bugüne kişisel veriler konusunda katedilen gelişmeler de kayda değer niteliktedir elbette. Bir banka veya kuruluşla yaptığımız telefon görüşmelerinin kayda alındığının kullanıcılara bildirilmesi, internet üzerinden yaptığımız alışverişlerde girdiğimiz bilgilerin sebebinin açıklanması, instagram, whatsapp gibi günümüzde çoğu kişinin kullandığı platformların bizim verilerimize erişemeyeceğini ve herhangi bir mesajımızı okuyamayacağını bildirmesi, kullanılan uygulama, web sitesi, şirket gibi pek çok platformun gizlilik politikalarının ve kullanıcı sözleşmelerinin olması günümüzde veri ihlalini engelleme konusunda gösterilen büyük  gelişmelerdendir. Günlük hayatta da yerleşmeye başlamış olan, kişilerin verilerinin istendiği durumlarda göstermiş oldukları şüpheci tavır ve sorgulayıcı bakış açısı oluşmakta olan farkındalıkların en güzel örneklerindendir. Hukuk uygulayıcıları, teorisyen ve toplumda kişisel verilerin korunması konusundaki bilinç, durumun yalnızca bir özel hukuk alanı olmasından ziyade, bir kültür olarak yerleşmesi ile geleceğe taşınmalıdır.

Kişisel Verilerin Korunması Hakkında Genel Bilgilendirme

Kişisel Verilerin Korunması Nedir?

Uzun yıllardır tasarı halinde bekleyen ve 7 Nisan 2016 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren ‘6698 Sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’, kişisel verilerin işlenmesinde başta özel hayatın gizliliği olmak üzere kişilerin temel hak ve özgürlüklerini korumak ve kişisel verileri işleyen gerçek ve tüzel kişilerin yükümlülükleri ile uyacakları kuralları düzenleme amacını taşımaktadır.

Kişisel veri, sahibi olduğu kişiyi tanımlayan, kişi hakkında özel ve genel bilgileri içeren her türlü veridir. Bu bağlamda sadece bireyin adı, soyadı, doğum tarihi ve doğum yeri gibi onun kesin teşhisini sağlayan bilgiler değil, aynı zamanda kişinin fiziki, ailevi, ekonomik, sosyal ve sair özelliklerine ilişkin bilgiler de kişisel veridir. Bir kişinin belirli veya belirlenebilir olması, mevcut verilerin herhangi bir şekilde bir gerçek kişiyle ilişkilendirilmesi suretiyle, o kişinin tanımlanabilir hale getirilmesini ifade eder. Yani verilerin; kişinin fiziksel, ekonomik, kültürel, sosyal veya psikolojik kimliğini ifade eden somut bir içerik taşıması veya kimlik, vergi, sigorta numarası gibi herhangi bir kayıtla ilişkilendirilmesi sonucunda kişinin belirlenmesini sağlayan tüm halleri kapsar. İsim, telefon numarası, motorlu taşıt plakası, sosyal güvenlik numarası, IP adresi, pasaport numarası, özgeçmiş, resim, görüntü ve ses kayıtları, parmak izleri, genetik bilgiler gibi veriler kişiyi belirlenebilir kılabilme özellikleri nedeniyle kişisel verilerdir.

Kişisel veri, “kimliği belirli veya belirlenebilir gerçek kişiye ilişkin her türlü bilgi” şeklinde tanımlanmıştır. Kanunun 1 numaralı “amaç” maddesi ise şu şekilde düzenlenmiştir: “Bu Kanunun amacı, kişisel verilerin işlenmesinde başta özel hayatın gizliliği olmak üzere kişilerin temel hak ve özgürlüklerini korumak ve kişisel verileri işleyen gerçek ve tüzel kişilerin yükümlülükleri ile uyacakları usul ve esasları düzenlemektir

Kişisel verilerin korunması kavramı da, yukarıda anlatılan tanım ve amaçlara uygun şekilde, kişilere ilişkin verilerin korunmasını ve bu verilerin nasıl ve ne şekilde işlenebileceğinin belirlenmesinden ibarettir.

Kişisel Verilerin Korunması Hakkında Yürürlükte Olan Mevzuat

Başta uluslar arası sözleşmeler ve direktifler olmak üzere bir çok mevzuat düzenlemesi vardır. Bunlardan en önemlisi, hiç şüphesiz 6698 Sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu olup, söz konusu bu kanunun yanı sıra, kanunu dayanak alarak çıkartılan pek çok yönetmelik, karar ve tebliğ mevcuttur. Öte yandan doğrudan kişisel verilerin korunmasıyla ilgili gözükmese de, pek çok farklı mevzuat hükmü de dolaylı yoldan kişisel verilerin korunması hukukuna ilişkindir. Mevzuat düzenlemelerini şu şekilde listelemek mümkündür:

Kişisel Verilerin Korunması Mevzuatının Kapsamına Giren Firmalar

7 Nisan 2016 tarihinde; 6698 Sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nun yürürlüğe girmiştir. Bunun üzerine hangi firmaların bu kanun kapsamına girdiği önem kazanmıştır. Mapsama giren firmaların gerekli düzenlemeleri hangi tarihe kadar yapmaları gerektiğiyle ilgili bilgi kirliliği oluşmuştur.

6698 sayılı Kanunun 16 ncı maddesi bilanço büyüklüğü 25 milyon ve yıllık çalışan sayısı 50’den fazla olan şirketlere ayrıca Veri Sorumluları Sicil Bilgi Sistemine “VERBİS” sistemine kayıt ve veri envanteri çıkarmak gibi ilave yükümlülük getirilmiştir.

VERBİS, veri sorumlularının kaydolmak zorunda oldukları ve veri işleme faaliyetleri ile ilgili bilgileri beyan ettikleri bir kayıt sistemidir. VERBİS, veri sorumlularının kimler olduğunun kamuya açıklanmasına ve bu yöntemle kişisel verilerin korunması hakkının daha etkin şekilde kullanılmasının sağlanmasına hizmet etmektedir.

Kişisel Verileri Koruma Kurulu (KVKK) kararlarıyla kayıt yükümlülüğünden istisna tutulanlar hariç olmak üzere yıllık çalışan sayısı veya yıllık mali bilanço toplamı Kurulca belirlenmiş olan rakamların üstünde olan veri sorumluları ile yurtdışında yerleşik tüm veri sorumluları için kayıt yükümlülüğü 01.10.2018 tarihinde başlamış olup bu çerçevede kayıtlar devam etmektedir.

KVKK Şartlarını Sonradan Sağlayan Firmaların Durumu

Yukarıda sayılan şartları sağlamayan firmaların, sonradan söz konusu şartları sağlamaları da mümkündür. 50 çalışanı bulunmayan bir firmanın sonradan 50 çalışana ulaşması örnektir. Mevzuatın yürürlüğe girdiği dönemde yıllık mali bilanço toplamı 25 milyon Türk Lirası olmayan firmaların sonradan söz konusu bu bilanço rakamına ulaşması mümkündür.

Bu firmaların akıbeti Veri Sorumluları Sicili Hakkında Yönetmeliğin 8. maddesinde düzenlenmiştir.

Söz konusu madde hükmüne göre; kayıt yükümlülüğü altında bulunmayan ancak sonradan kayıt yükümlüsü haline gelen veri sorumlularının yükümlülük altına girmelerini müteakip otuz gün içerisinde sicile kaydolmaları zorunlu kılınmıştır.

Otuz gün, sicile kayıt ve kayıt öncesi yapılması gereken analizler bakımından oldukça kısadır. KVKK uyum sürecinin genelde 3 ile 7 ay arasında sürdüğü bilinmektedir. Normalde uyum süreci 7 aya kadar sürmektedir. Bunu otuz güne sığdırmaya çalışmak, işletmelere oldukça büyük bir yük getirecektir. Aynı zamanda teknik anlamda da oldukça zorlayıcıdır.

Bu nedenle, kanun koyucunun esas amacının, belirlenen şartları sağlamayan firmaların bile gerekli hazırlığı yapmaları ve şartlar sağlandığı anda hızlıca sisteme adapte olmalarını sağlamaktır. Bu nedenle söz konusu şartları sağlamayan firmaların dahi hızlı bir şekilde uyum süreçlerini atlatmaları ve ileride yapılacak sicil kayıtlarına ilişkin hazırlıklarını tamamlamış olmaları gerekmektedir.

Uyum süreciyle ilgili yapılması gereken iş ve işlemlere ilişkin detaylar, ileriki sayfalarda anlatılmıştır. Bu şartları sağlamadığını düşünerek söz konusu işlemlere başlamayan firmaların ileride söz konusu bu şartları sağlamaları halinde çok kısa bir sürede çok daha maliyetli şekilde uyum sürecini atlatmaları gerekecek olup, bu dönemde eksik veya hatalı işlem yapılması halinde oldukça ciddi zararlara uğramaları olasıdır.

KVKK mevzuatına aykırılık halinde oldukça ağır ve caydırıcı yaptırımlar düzenlenmiş bulunmaktadır.

Kişisel Verilerin Korunması Kanunu Şirketlere Hangi Sorumlulukları Yüklemektedir?

KVKK mevzuatına aykırılık halinde oldukça ağır ve caydırıcı yaptırımlar mevcuttur. 10. maddede kişisel verilerin elde edilmesi sırasında veri sorumlusu veya yetkilendirdiği kişinin ilgili kişilere;

  • Veri sorumlusunun ve varsa temsilcisinin kimliği,
  • Kişisel verilerin hangi amaçla işleneceği,
  • İşlenen kişisel verilerin kimlere ve hangi amaçla aktarılabileceği,
  • Kişisel veri toplamanın yöntemi ve hukuki sebebi,
  • 1 inci maddede sayılan diğer hakları,

konusunda bilgi vermekle yükümlü olduğu belirtilmiştir. Aydınlatma yükümlülüğünü yerine getirmeyenler hakkında 5.000 TL’den 100.000 TL’ye kadar idari para cezası mevcuttur.

6698 sayılı Kanunun 12 inci maddesinde veri güvenliğine ilişkin yükümlülükler belirlenmiştir.  Veri güvenliğine ilişkin yükümlülükleri yerine getirmeyenler hakkında yaptırımlar mevcuttur. 15.000 TL’den 1.000.000 TL’ye kadar idari para cezası uygulanacağı hükme bağlanmıştır.

Kurul tarafından verilen kararları yerine getirmeyenler hakkında idari para cezası mevcuttur. Bu tutarşar 25.000 TL’den 1.000.000 TL’ye kadardır.

Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nun 18 inci maddesinin (ç) bendinde, Veri Sorumluları Siciline kayıt ve bildirim yükümlülüğü kapsamında olmasına rağmen bu yükümlülüğünü yerine getirmeyen veri sorumluları hakkında Kişisel Verileri Koruma Kurulunca 20.000 TL ila 1.000.000 TL arasında idari para cezası uygulanacağı hükmüne yer verilmiştir.

Bütün bu idari para cezalarının yanı sıra, veri sahiplerinin tazminat taleplerinde bulunabilmeleri de mümkündür.

Kişisel Verilerin Korunması Mevzuatı Kapsamında Neler Yapmak Gerekiyor?

1- Yapılması Gereken İşlerle İlgili Genel Bilgilendirme

6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu şirketlere önemli mükellefiyetler yüklemektedir. Bu düzenlemelere uyum sağlamak başlı başına hukuki ve teknik bazı çalışmaların yapılmasını gerektirmektedir.

Söz konusu Kanun ile getirilen düzenlemelere uyma zorunluluğu tüm şirketler için geçerlidir. Cezalar çok yüksektir. Bu nedenle ileride telafisi mümkün olmayan yüksek ceza ve tazminatlarla karşılaşmamak açısından destek alınması şarttır.

Büromuz bünyesinde verilen hizmet 7 ayrı aşamadan oluşmaktadır. Söz konusu aşamalar şunlardır:

  1. İş Süreçlerinin Analizi Aşaması
  2. VERBİS Sistemine Kayıt Aşaması
  3. Envanter Çıkartılması Aşaması
  4. Eğitim Aşaması
  5. Dökümantasyon Düzenleme Aşaması
  6. Teknik Altyapı Düzenleme Aşaması
  7. Fiili Durum ve Süreç Düzenlemeleri Aşaması

Tüm aşamalara ilişkin detaylı bilgilendirme ayrı başlıklar altında açıklanacaktır.

2- İş Süreçlerinin Analizi Aşaması

Bu aşama, KVKK uyum sürecinin belki de en önemli aşamalarından bir tanesidir. Firmanın iş süreçlerinin adeta röntgeni çekilmektedir. İş süreçlerinin birim ve kişi bazında akışı ortaya çıkartılmaktadır. Bu aşamada yapmanız gereken işler şu şekildedir:

  • İş süreçlerinin ana hatlarıyla belirlenmesi
  • İş süreçlerinin departman bazında belirlenmesi
  • İş süreçlerinin iç işleyiş bakımından belirlenmesi
  • İş süreçlerinin dış faktörlerle etkileşimi bakımından belirlenmesi
  • İş süreçlerinin haritalandırılması
  • Teknik altyapının analizi
  • Veri akışlarının iş süreçlerine uygun şekilde belirlenmesi
  • Veri akışı haritasının düzenlenmesi
  • Veri akışı haritasına göre fiili durumda veriye erişen departman ve çalışanların belirlenmesi
  • Veri akışı haritasına göre verileri sisteme dahil olan üçüncü kişilerin belirlenmesi ve haritalanması
  • Haritalara göre işletmenin mevcut durumunun ve mevzuat karşısındaki boşlukların raporlanması
  • Veri erişim tablolarının oluşturulması
  • Mevzuata uygunluk değerlendirmesi
  • Risk değerlendirme raporunun oluşturulması
  • Yönetmelik uyarınca tüm iş süreçleri ve veri akışının bağımsız şekilde analizi ve rapor haline getirilmesi. (Kişisel Verilerin Silinmesi, Yok Edilmesi Veya Anonim Hale Getirilmesi Hakkında Yönetmelik)
  • Saklanacak verilerin belirlenmesi
  • Bir süre sonra imha edilecek verilerin belirlenmesi
  • Veri kategorilerinin genel hatlarıyla belirlenmesi
  • Mevzuatta zorunlu kılınan VERBİS kaydına ve envanter çıkartmaya uygun halde veri tabanının oluşturulması
  • İç politika metninin düzenlenmesi ve yayınlanması

3- VERBİS Sistemine Kayıt Aşaması

Veri Sorumluları Sicili (VERBİS), veri sorumlularının kayıt olmak zorunda oldukları bir sistemdir. Sorumlular, veri işleme faaliyetleri ile ilgili bilgileri buraya kaydetmektedir. Veri sorumlularının, Kurulun gözetiminde Başkanlık tarafından tutulmakta olan Veri Sorumluları Siciline kaydolmaları zorunludur. Dolayısıyla veri sorumlularının kimler olduğunun kamuya açıklanması şarttır. Bu yöntemle kişisel verilerin korunması hakkının daha etkin şekilde kullanılması hedeflenmektedir. Mevzuatın aradığı ve tarih sınırı koyarak kayıt zorunluluğu düzenlediği şekli süreç VERBİS sistemine kayıt sürecidir.

  • İş süreçlerinin VERBİS sistemindeki kategorizasyona uygun şekilde analiz edilmesi
  • Veri akışı süreçlerinin VERBİS sistemindeki kategorizasyona uygun şekilde analiz edilmesi
  • Analiz edilen süreçlerin VERBİS sistemine uygun halde sıralanması ve sistemin aradığı diğer niteliklerin belirlenmesi
  • KVK kurumu ile iletişim sağlamak için veri sorumlusu irtibat kişisinin belirlenmesi
  • Kişisel verilerin hangi amaçla işleneceğinin belirlenmesi
  • Veri tanımlamalarının yapılması
  • Veri konusu kişi grubu ve grupları ile bu kişilere ait veri kategorileri hakkındaki açıklamaların belirlenmesi
  • Kişisel verilerin aktarılabileceği alıcı veya alıcı gruplarının belirlenmesi
  • Yabancı ülkelere aktarımı öngörülen kişisel verilerin belirlenmesi
  • Kişisel verilerin mevzuatta öngörülen veya işlendikleri amaç için gerekli olan azami muhafaza edilme süresinin belirlenmesi
  • Nihai veri haritasının çıkartılması (Cartographie / Data Mapping)
  • Tüm bilgilerin uygun şekilde VERBİS’e kaydının sağlanması
  • Yasanın aradığı kayıt süresinden önce VERBİS sistemine tüm süreçlerin doğru bir biçimde girilmesi

4- Envanter Çıkartılması Aşaması

Kanunun 16. maddesine göre; Veri Sorumluları Sicilinin kamuya açık olarak tutulması gerekmektedir. Bunun yanı sıra kişisel verileri işleyen gerçek ve tüzel kişiler Veri Sorumluları Siciline kaydolmak zorundadır. Ayrıca Sicile kayıtta girilmesi gereken bilgiler de açık bir şekilde sayılmıştır.

Buna göre, Sicile kayıtta veri sorumlusu ve varsa temsilcisinin kimlik ve adres bilgileri, kişisel verilerin hangi amaçla işleneceği, veri konusu kişi grubu ve grupları ile bu kişilere ait veri kategorileri hakkındaki açıklamalar, kişisel verilerin aktarılabileceği alıcı veya alıcı grupları, yabancı ülkelere aktarımı öngörülen kişisel veriler, kişisel veri güvenliğine ilişkin alınan tedbirler ve kişisel verilerin işlendikleri amaç için gerekli olan azami süreye ilişkin giriş yapılması gerekmektedir.

Sicil kamuya açıktır. Bu yüzden VERBİS’e sadece kategoriler halinde bilgiler girmekte fayda vardır.

Envanter ve VERBİS Arasındaki Farklılıklar Nelerdir?

Envanter ve VERBİS, bazı noktalarda farklılıklar arz etmektedir.

a) VERBİS’te, “veri kategorileri” bazında veri sorumlusu tarafından kişisel veri işlenip işlenmediği ve işleniyorsa bu veri kategorilerinin hangi amaçlarla işlendiği, aktarım olup olmadığı, aktarım yapılan alıcı grupları, varsa saklama süresi, ilgili kişiler ve alınan güvenlik tedbirleri konusunda bilgi girişi yapılması gerekirken;

Envanterde veri sorumlusunun tüm iş süreçlerinde yer alan tüm faaliyetleri bazında elde ettiği belge, doküman, veri kümesi, kayıtlar gibi kişisel veri içeren tüm fiziksel veya elektronik ortamlarda işlenen kişisel verilerin her biri için ayrı ayrı olmak üzere hangi amaç ve hukuki gerekçelerle işlendiği, aktarım olup olmadığı, aktarım yapılan üçüncü taraflar, saklama süreleri, veri konusu kişi grupları ve alınan güvenlik tedbirleri bilgisini içeren ve çok daha detaylı olarak hazırlanan bir rapor olması gerekir.

VERBİS’te sadece başlıklar halinde kategorik bazda bilgi girişi mümkündür. Envanterde ise bu verilerin, alt kırılımlarıyla birlikte detaylı şekilde yer alması gerekmektedir.

b) VERBİS için bir sistem hazırlanmış ve ilgili ekranlardan giriş yapılması zorunlu tutulmuştur. Envanterin şekli açısından herhangi bir yönlendirme yapılmamıştır. Envanter, örneğin office dosyası şeklinde veya veri tabanında ilgili dosyalarda

Bütün bu bilgiler ışığında envanter aşamasıyla ilgili yapılacak işlemler şu şekilde özetlenebilmektedir:

  • VERBİS’e yapılacak girişten bağımsız, envanter listesi çıkartmaya uygun iş süreçlerinin bağımsız şekilde detaylı analiz edilmesi
  • Belge, doküman, veri kümesi, kayıtlar gibi kişisel veri içeren tüm fiziksel veya elektronik ortamlarda işlenen kişisel verilerin her birinin listelenmesi
  • Amaç ve hukuki gerekçelerin listelenmesi
  • Analiz edilen süreçlerin, firmanızın ilgili birimlerinden teyit alınarak sıralanması ve mevzuatın aradığı diğer niteliklerin belirlenmesi
  • Veri aktarımı olup olmadığının tespiti,
  • Veri aktarımı yapılan üçüncü tarafların listelenmesi,
  • Veri saklama süreleri, veri konusu kişi grupları ve alınan güvenlik tedbirlerinin listelenmesi
  • Yasanın aradığı sistematiğe uygun şekilde envanterin hazırlanarak firmanız bünyesinde saklanması

5- Eğitim Aşaması

Kişisel verilerin korunması hukukuna ilişkin olarak tüm teknik ve hukuki altyapının düzenlenmesi dahi, firmaları ve işletmeleri yüzde yüz bir şekilde güvence altına almamaktadır. Nitekim bu süreç, tüzel kişilerin dikkat etmesi ve özen göstermesi gereken ve fiili olarak sürekli kontrol etmesi gereken bir uyum sürecidir.

Bütün dökümantasyon ve kayıt işlemleri tamamlanmış dahi olsa, hatta teknik altyapı da düzgün bir biçimde kurulmuş dahi olsa, çalışanların ve yönetici kadrosunun kişisel verilerin korunması hukuku kapsamında eğitim görmemiş olması ve bilgisiz olması halinde, işverenler bakımından risk her zaman devam edecektir. Bu süreç, tıpkı İş Sağlığı ve Güvenliği sürecine benzemektedir. Oluşacak risk faktörleriyle ilgili sınırsız sayıda örnek vermek mümkündür.

Verilebilecek en temel örneklerden bir tanesi; işyerinde video kamera uygulamalarıdır. İşyerinde kamera kullanımının hukuka ve dürüstlük kuralına uygun olması gerektiği açıktır . Hatta gizli kamerayla yapılan çekimler delil olarak kullanılamaz. Aksine TCK bağlamında şikayet ve dava konusu dahi olabilir. Belirli, açık ve meşru amaç için video kayıtlarının işlenmesi ise mümkündür. Örneğin, iş sağlığı ve güvenliği veya genel güvenlik meşru gerekçeler olarak kabul edilebilir. Ancak bir müşterinin video kamera kayıtlarına bakma talebi bile KVKK kapsamında işletme için risk yaratabilir.

Bir başka örnek; güvenlik görevlisinin bir ziyaretçinin ya da müşterinin kimliğinizi alması haline ilişkindir. Bu kimlik kartının kaybolması ve kimlik kartı ile bir telefon hattı çıkarılabilecektir. Bu durumda ne olacağı düşünülmelidir. Bu tip durumlarda yine işletmelerin ve firmaların KVKK kapsamında sorumluluğunun doğması mümkün olabilecektir.

Tüm şekli şartlar yerine getirilmiş olsa dahi, bilinçli bir yönetim ve çalışan kadrosu olması gerektiği açıktır. Büromuz bünyesinde üniversite öğretim görevlisi sıfatıyla konuya ilişkin kapsamlı eğitim verilmektedir.

  • Çalışanlar için 2 saatlik Kişisel Verilerin Korunması Hukuku eğitimi
  • Yöneticiler için 2 saatlik Kişisel Verilerin Korunması Hukuku eğitimi

6- Dökümantasyon Düzenleme Aşaması

Kişisel Verilerin Korunması Kanunu, şirketlerin sözleşmesel altyapılarını da gözden geçirmesini gerektiriyor. Borçlar Hukuku, Tüketici Hukuku, Ticaret Hukuku veya İş Hukuku kapsamındaki tüm sözleşmelerinin gözden geçirilmesini gerektirmektedir. Öte yandan şirket bünyesinde çeşitli protokol ve talimatnamelerin oluşturulması şarttır. Ayrıca rıza beyannameleri ve formlarının oluşturulması gerekmektedir. Bunun yanı sıra envanter dökümlerinin hazırlanması dahi bir çok konuda çalışma ve hazırlık yapılması gerekmektedir. Büromuz bünyesinde bu konuda verilen hizmetler şu şekilde özetlenebilmektedir:

  • Veri envanterinin muhafazaya hazır hale getirilmesi
  • Veri envanteri risk değerlendirme raporunun muhafazaya hazır hale getirilmesi
  • İç işleyişe ilişkin yetki, görev ve sorumluluklara ilişkin dökümantasyonun hazırlanması
  • Kişisel verilerin erişimiyle ilgili protokollerin hazırlanması
  • Veri işleme biçimiyle ilgili protokollerin hazırlanması
  • Veri saklanması, paylaşımı ve imhasına ilişkin protokollerin hazırlanması
  • Yönetim politikasının hazırlanması
  • Risk değerlendirme raporunun yayınlanması
  • Tüm birimler için ayrı ayrı KVKK protokolleri ve talimatnamelerinin hazırlanması
  • Şirket ana sözleşmesinin değerlendirilmesi
  • İş sözleşmesi şablonlarının oluşturulması
  • Mevcut iş sözleşmelerinin tadili veya ek sözleşme metinlerinin düzenlenmesi
  • Müşteri sözleşmesi şablonlarının oluşturulması
  • Mevcut müşteri sözleşmelerinin tadili veya ek sözleşme metinlerinin düzenlenmesi
  • Tedarikçi sözleşmesi şablonlarının oluşturulması
  • Mevcut tedarik sözleşmelerinin tadili veya ek sözleşme metinlerinin düzenlenmesi
  • Kira sözleşmesi şablonlarının oluşturulması
  • Mevcut kira sözleşmelerinin tadili veya ek sözleşme metinlerinin düzenlenmesi
  • Her türlü diğer sözleşme şablonlarının oluşturulması
  • Ayrıca diğer sözleşmelere ilişkin tadil düzenlemelerinin ayarlanması
  • Rıza ve aydınlatma formlarının oluşturulması
  • Aydınlatma metinlerinin hazırlanması
  • Çalışanlara yönelik aydınlatma ve bilgilendirme talimatnamesinin hazırlanması
  • Registration Card’lar da dahil olmak üzere firma bünyesinde tutulan tüm formların tadili
  • Mevcut müşteriler bakımından tüm formlara ek formlar düzenlenmesi
  • Veri paylaşım ve transfer sözleşmeleri hazırlanması
  • Bilgi edinme başvuru formları ve cevap şablonlarının hazırlanması
  • Diğer tüm dökümantasyon işlemleri

7- Teknik Altyapı Düzenleme Aşaması

Firma bünyesinde kullanılan tüm bilgi işlem sistemleri, otomasyon sistemleri, muhasebe sistemleri güncellenmelidir. Bunlar ve benzeri teknik sistemlerin güncellenmesi ve KVKK mevzuatına uygun hale getirilmesi gerekmektedir. Bu uğurda büromuz bünyesinde yapılan çalışmalar şu şekilde özetlenebilmektedir.

  • Mevcut sistemlerin analizi
  • Sistem boşluklarına ilişkin ön rapor hazırlanması
  • Erişim yetkilerine ilişkin ön rapor hazırlanması
  • 2 rapor uyarınca mevcut sistemlerin düzenine ilişkin değerlendirme raporu hazırlanması
  • Sistemlerin teknik olarak düzenlenmesi ve erişim yetkilerinin protokol ve iç politikaya göre düzenlenmesi
  • Bulut sistemleri ve yurt dışı veri çıkış analizlerinin yapılması
  • Bulut sistemleri ve yurt dışı veri çıkışlarının mevzuata uygun hale getirilmesi

8- Fiili Durum ve Süreç Düzenlemeleri Aşaması

Bütün çalışmaların ardından firmanın iç işleyişiyle ilgili fiili durumun ve tüm süreçlerin değerlendirilmesi şarttır. Öte yandan tüm süreçlerin KVKK’ya uygun hale getirilmesi gerekmektedir. Bu işlemler oldukça uzun bir zaman almaktadır. Tüm iş işleyişlerinin düzenli ve sistematik bir şekilde kontrol edilmesiyle tamamlanmaktadır.

Aşağıda sayılı işlemleri titizlikle yapmaktayız:

  • İdari ve teknik altyapının düzenlenmesi,
  • Erişim yetkisine ilişkin prosedürlerin hazırlanması (laptop, kamera, telefon, internet, e-mail kullanım prosedürleri gibi.)
  • Politika, talimat ve form gibi gerekli dökümanların ve benzerlerinin hazırlanması ve yayınlanması,
  • İdari süreçlerin mevzuata uygun hale getirilmesi,
  • Sonuç olarak müşterilerin ve diğer tüm veri sahiplerinin bilgi edinebileceği yolların düzenlenmesi ve yayınlanması,
  • Tüm süreçlerin tekrar düzenlenmesi ve mevzuata uygun hale getirilmesi.

Kişisel Verilerin Korunması Danışmanlığı için büromuzla iletişime geçebilirsiniz.